Tagebuch in Deutschland: Episode 4
15.08.2010
Alexanderplatz, 13.33
Gunlerden Pazar oldugunu aslinda dolasmaya basladigimda sezmistim, kitapcinin kapali oldugunu gorunce idrak ettim.
Duvarin oldugu yerde bir sure takildim, uzun bir sure. Herkes rahat: Cocuklar, kopekler, gencler, yaslilar... Yemek, icki, muzik, pazar, spor, cimenler...; uyuyanlar, takilanlar, uyananlar... Currywurst, bira derken, yayik ayran, dolma, turlu cikiyor onune.
Alexanderplatz'tayken sikma portakal satan bir yer gormustum. "Eine Flasche, bitte" dememle "Where are you from?"u duymam bir oldu. "Turkey"den sonraysa "ben de" dedi Oktay abi, sikma portakal satan kisi. "Gel biraz sohbet edelim" deyince biraz gerildim ve "acelem var" dedim (Turkce konusmak cazip gelmedi) ama kiramayip "5 dakika" dedim. Tabii ki 5 dakika olmadi, ama olsun, iyi eglendim. Oktay abi '83'te gelmis, gezmeye, ama sonra kalmis burada. Burada ne yaptigimi ve aldigi cevaptan sonra da ne is yaptigimi sordu (Oktay abi sanki birden annemin goruntusune burundu ve ben de yine uygun bir cevap arayisina girdim). Daha makul bir soruyla devam etti:
"Ne okudun?"
- Sosyoloji
"Hmmm... bu ruhsal... petakok metakok zor. Zor zor, burda da var..."
-Pedagog degilim, sosyoloji okudum... hmmm... (toplumbilim deyip bir TDK odulu de ben almak istemiyorum; toplumun degil, sosyal olanin bilimi!)
"Bak sen evine kuracaksin bilgisayari, acacaksin sirketi. Ama yaslilarla calis, onlar yalniz, arkadaslari yok. Cocuk zor; kosar, duser, ayagina bi' sey batar... Sonra ayda 10 bin, 20 bin Euro!"
(vay be Oktay abi!)
(ben de kaptirdim kendimi)
-Ama once Almanca ogrenmem lazim
"Ogrenirsin, ogrenirsin. Ama ticaret sart! Bak, 150 bin, 180 bin universite mezunu var burada, Alman hem de! Ee, para nerde? Oyle degil mi ama? Oku oku para yok, n'olcak? Alip satacaksin bi'seyler!"
-Abi ben beceremem oyle seyleri
"Bak burda uc cambaz bi' de sen bi' seyler sat, vallahi gelir senden alirim. Yalan soyleyemezsin sen sunku. Dogru soyleyince de insanlar guvenir."
(Oktay abi sinirlari zorlamaya basladi)
"Bak surda bi' sise su al, 1-2 Euro. Ama almiycan. Git dagdaki kaynaktan bi' oluk ac, sisele suyu, sat; para vercegine para kazan."
-Abi actirmazlar oyle oluk falan
"Acarsin, acarsin!"
Almanya'da yasayan gocmenlerin hayalleri neler acaba, diye dusunmeye basliyorum; sonra da burada yasadigimi varsayip hayal ariyorum kendime. Bir sure sonra Oktay abi uyandiriyor, biraz daha sohbet ettikten sonra vedalasiyoruz, "yine gel" diyor.
U-Bahn'la Duvar'in oldugu yere giderken telefonum calmisti, arayansa Anna'nin validesi idi. Biraz Almanca biraz Ingilizce sohbet ettik. Nerede kaldigimi, nereleri gezdigimi, Kreuzberg'e gidip gitmedigimi, ne zaman koye gelecegimi sordu ve sonra da yardima ihtiyacim olursa arayabilecegimi soyledi. K. Warth'la tanistigimiz ilk gun geliyor aklima; gun gun, yemekte, genelden ozele dogru yaptigimiz sohbetleri hatirliyorum: Turkiye'deki azinliklar, Almanya'daki Turkler, ailemin ne yaptigi, ne okudugum, Anna'yla ne yapmayi dusundugumuz...
Yarin Leipzig'e gidiyorum. Sagolsun Kai bir 'mitfahrgelegenheit' ayarladi. Ama oncesindeyse su kitapciyla olan kavgama son vermek istiyorum. Erken kalkip -bunun icin gercekten erken yatmam gerekiyor- once kitapciya, oradan da Ostbahnhof'a gidecegim. Sonrasi Leipzig. Herhalde iki yil oldu, alti ay ev arkadasligi yaptigim Franziska kisisini gormeyeli. Bakalim ne yapiyor kendisi...
Uzun ve keyifli bir yuruyusten sonra eve geldim, biraz uyudum ve cikip arka sokaktaki bir Yunan restoraninda yemek yedim (su 3 gun icindeki en iyi yemekti). Atinaliymis, biraz sohbet ettik. "Ramazan degil mi, sen niye yiyorsun?" diye sordu, basimi ve mimiklerimi kullanarak cevapladim soruyu (genelde bu ve buna benzer sorulari ilk etapta boyle cevapladigimi biliyorum). Istanbul, Atina ve Berlin'den bahsettik. Ayrilirken bir uzo ismarlamak istedi ama kabul etmedim ve gerekcesini acikladim (hatir icin cig tavuk yenmek zorunda degildir, diye dusunuyorum sevgili insan evlatlari), anlayis gosterdi. Para alisverisimizi yaptiktan sonra tesekkur etti, ama Turkce. Ben de sanki Yunanca biliyormusum gibi bir seyler soylemek istedim ama tabii ki agzimdan hic bir sey cikamadi (bu travmatik ve uzun bir mevzu, Turk-Yunan iliskisi. Insanlarinki degil, hukumetlerinki!). Ama daha sonra bana ogretti. Hatta biraz daha ogrenmek icin, uzerinde belli basli gunluk kelimelerin Yunanca-Almanca yazdigi pecetelerinden aldim ve "Parakalo" ve "Adio" deyip vedalastim.
15.08.2010
Eberswalder Straße, 17.30
Eberswalder Straße, 17.30
Duvarin oldugu yerde bir sure takildim, uzun bir sure. Herkes rahat: Cocuklar, kopekler, gencler, yaslilar... Yemek, icki, muzik, pazar, spor, cimenler...; uyuyanlar, takilanlar, uyananlar... Currywurst, bira derken, yayik ayran, dolma, turlu cikiyor onune.
Alexanderplatz'tayken sikma portakal satan bir yer gormustum. "Eine Flasche, bitte" dememle "Where are you from?"u duymam bir oldu. "Turkey"den sonraysa "ben de" dedi Oktay abi, sikma portakal satan kisi. "Gel biraz sohbet edelim" deyince biraz gerildim ve "acelem var" dedim (Turkce konusmak cazip gelmedi) ama kiramayip "5 dakika" dedim. Tabii ki 5 dakika olmadi, ama olsun, iyi eglendim. Oktay abi '83'te gelmis, gezmeye, ama sonra kalmis burada. Burada ne yaptigimi ve aldigi cevaptan sonra da ne is yaptigimi sordu (Oktay abi sanki birden annemin goruntusune burundu ve ben de yine uygun bir cevap arayisina girdim). Daha makul bir soruyla devam etti:
"Ne okudun?"
- Sosyoloji
"Hmmm... bu ruhsal... petakok metakok zor. Zor zor, burda da var..."
-Pedagog degilim, sosyoloji okudum... hmmm... (toplumbilim deyip bir TDK odulu de ben almak istemiyorum; toplumun degil, sosyal olanin bilimi!)
"Bak sen evine kuracaksin bilgisayari, acacaksin sirketi. Ama yaslilarla calis, onlar yalniz, arkadaslari yok. Cocuk zor; kosar, duser, ayagina bi' sey batar... Sonra ayda 10 bin, 20 bin Euro!"
(vay be Oktay abi!)
(ben de kaptirdim kendimi)
-Ama once Almanca ogrenmem lazim
"Ogrenirsin, ogrenirsin. Ama ticaret sart! Bak, 150 bin, 180 bin universite mezunu var burada, Alman hem de! Ee, para nerde? Oyle degil mi ama? Oku oku para yok, n'olcak? Alip satacaksin bi'seyler!"
-Abi ben beceremem oyle seyleri
"Bak burda uc cambaz bi' de sen bi' seyler sat, vallahi gelir senden alirim. Yalan soyleyemezsin sen sunku. Dogru soyleyince de insanlar guvenir."
(Oktay abi sinirlari zorlamaya basladi)
"Bak surda bi' sise su al, 1-2 Euro. Ama almiycan. Git dagdaki kaynaktan bi' oluk ac, sisele suyu, sat; para vercegine para kazan."
-Abi actirmazlar oyle oluk falan
"Acarsin, acarsin!"
Almanya'da yasayan gocmenlerin hayalleri neler acaba, diye dusunmeye basliyorum; sonra da burada yasadigimi varsayip hayal ariyorum kendime. Bir sure sonra Oktay abi uyandiriyor, biraz daha sohbet ettikten sonra vedalasiyoruz, "yine gel" diyor.
U-Bahn'la Duvar'in oldugu yere giderken telefonum calmisti, arayansa Anna'nin validesi idi. Biraz Almanca biraz Ingilizce sohbet ettik. Nerede kaldigimi, nereleri gezdigimi, Kreuzberg'e gidip gitmedigimi, ne zaman koye gelecegimi sordu ve sonra da yardima ihtiyacim olursa arayabilecegimi soyledi. K. Warth'la tanistigimiz ilk gun geliyor aklima; gun gun, yemekte, genelden ozele dogru yaptigimiz sohbetleri hatirliyorum: Turkiye'deki azinliklar, Almanya'daki Turkler, ailemin ne yaptigi, ne okudugum, Anna'yla ne yapmayi dusundugumuz...
Yarin Leipzig'e gidiyorum. Sagolsun Kai bir 'mitfahrgelegenheit' ayarladi. Ama oncesindeyse su kitapciyla olan kavgama son vermek istiyorum. Erken kalkip -bunun icin gercekten erken yatmam gerekiyor- once kitapciya, oradan da Ostbahnhof'a gidecegim. Sonrasi Leipzig. Herhalde iki yil oldu, alti ay ev arkadasligi yaptigim Franziska kisisini gormeyeli. Bakalim ne yapiyor kendisi...
16.08.2010
Bornholmer Straße, 02.13
Bornholmer Straße, 02.13
Uzun ve keyifli bir yuruyusten sonra eve geldim, biraz uyudum ve cikip arka sokaktaki bir Yunan restoraninda yemek yedim (su 3 gun icindeki en iyi yemekti). Atinaliymis, biraz sohbet ettik. "Ramazan degil mi, sen niye yiyorsun?" diye sordu, basimi ve mimiklerimi kullanarak cevapladim soruyu (genelde bu ve buna benzer sorulari ilk etapta boyle cevapladigimi biliyorum). Istanbul, Atina ve Berlin'den bahsettik. Ayrilirken bir uzo ismarlamak istedi ama kabul etmedim ve gerekcesini acikladim (hatir icin cig tavuk yenmek zorunda degildir, diye dusunuyorum sevgili insan evlatlari), anlayis gosterdi. Para alisverisimizi yaptiktan sonra tesekkur etti, ama Turkce. Ben de sanki Yunanca biliyormusum gibi bir seyler soylemek istedim ama tabii ki agzimdan hic bir sey cikamadi (bu travmatik ve uzun bir mevzu, Turk-Yunan iliskisi. Insanlarinki degil, hukumetlerinki!). Ama daha sonra bana ogretti. Hatta biraz daha ogrenmek icin, uzerinde belli basli gunluk kelimelerin Yunanca-Almanca yazdigi pecetelerinden aldim ve "Parakalo" ve "Adio" deyip vedalastim.
0 Comments:
Post a Comment
<< Home